zondag 31 mei 2015

kapayın altyapıları(!)

hafif uzun bir türk toplumu anatomisi. uzunluk ve lisan için affola şimdiden. çıkın sokağa, konuyu rastgele futbol takımlarının altyapılarına getirin. ben çok yaptım. sportif altyapı eğitimini hollanda'da almış biriyim. orada altyapı futbol takımlarının merkezidir, verim alınamıyorsa bir şeyler eksiktir. misak-ı milli sınırları içerisinde ise altyapılar kenar süsünden öte değildir.

öyle bir kenar süslüğü ki avrupa'ya turnuvaya gelen bir türk takımı, sırf ekstradan bir yönetici getirebilsin (ve doğal olarak o yönetici birey yurtdışında gezebilsin) diye doktor getirmemeyi tercih ediyor. turnuva boyunca da rakiplerinin doktorlarına ''abi bize de bakabilirmisiniz ya'' diye rica ediyor. bazen malzemecisiz geliyorlar. bazen ise yedek kalecileri olmuyor ve bulundukları ülkedeki gurbetçilere (gönüllülere) ''ya çevrenizde kaleci olan biri var mı, yedek olsun bizde'' diyorlar. bunlar kulüp içi mekaniklerin sağladığı şeyler, altyapı koordinatörlerinin de genelde eli kolu bağlı oluyor, imkanlar bir yere kadar.

altyapının olmazsa olmaz olan iki şeyi vardır. bunlar olmazsa altyapı ürün vermez. atıyorum kalem üreten makinelere benzetin. makinen iyi olacak, bir de makineyi işleten uzmanların iyi olacak. bu da çok farklı değil. eğitmenin iyi olacak, ve tesislerinin iyi olması şart. eğitmenlerin ve koordinatörlerin iyiyse zaten planın da iyi olur. tesisleşme şartların ne kadar iyiyse de bu planın randımanlı çalışma ihtimali artar, bu da daha iyi bir ''ürün'' demektir. oyuncu sana ham yetenek olarak gelir ve sen kullanıma hazır hale getirirsin altyapıda, bu böyledir.

yapılanma kurmakla görevlendirilen (ağırlığı türk olan) profesyonellerin dilinde hep aynı nakarat var. batıda yer alan sportif yapıları, yahut altyapıları örnek almak. bir kere falso şurada başlıyor. örnek alıyorsun lakin batı insanı ile senin insanın arasında uzay ile dünya kadar fark var. senin insanın sporu sevmiyor, 5 metrelik mesafeyi bile elinde olsa arabayla gidecek bir toplumun bireyisin sen. kuzey ve batı avrupa'da yağmurlu havada bile kafayı kırıp bisikletle bir yerden bir yere giden bir toplumla aynı değilsin. hayatı planlı projeli olan ve her gün yemeğe oturduğu saat bile aynı olan ortalama bir batılı değilsin, umduğunu değil bulduğunu yiyen, saat de umrunda olmayan bir toplumun üyesisin. bu bir eleştiri değil, bu bir toplum tespiti. almanya, hollanda gibi ülkelerin katı disiplini ve sert tutumu bu ülkede ters tepen bir tutum genelde. her iş birimi, para yahut katma değer elde eden her grup kültürel farklılıklarla baş etmek zorunda. türkiye ile benzer kültüre sahip, refah düzeyi ve temel toplum özellikleri birbirine yakın olan ve altyapı eğitiminde gelişmiş olan ülkeler de var. bu toplumsal kültür analizlerini vakti zamanında yapmış olan geert hofstede ve fons trompenaars gibi düşünürlerin çalışmalarını baz alarak bile bir yerlere gelinebilir.

avrupa'da benim zamanında altyapısında oynadığım bir kulüp vardı. hala var gerçi. şu an oldukça mütevazı, alt amatör kümelerden birinde oynayan bir takım. tesislerinde bulunan saha adedi ise 7. 2 suni çim, 4 doğal çim. birisi ise suni toprak yapısı üstüne döşenen doğal çim, özel bir saha. türkiye'den bir örnek vereyim. fenerbahçe dereağzı tesislerinde 2 saha var. biri suni, biri gerçek çim. sanırım trabzon'da da aynısı söz konusu. şan ökten'de de durum çok çok farklı sayılmaz. çoğu kulüpte 7-8 tane altyapı takımı var, u11'inden u21'ine dek. bunlar genelde haftanın 4-5 günü antrenman yapar. tek bir sahada (belli başlı türk kulüplerinde ''tek sahada yapın ne yapacaksınız diğerinde maç oynayın'' derler) özel olarak tek takıma yoğunlaşmış, bireyselliğe de açık, doğru antrenman yapabilmek için 1.5 saat gibi bir süre çıkarsan 8-9 takım için bu saat adedi çift haneli rakamlara çıkar. bu oyuncular okula gidecek, eğitim alacak, derslerine çalışacak, okuldan eve evden tesise tesisten eve gidecek, imkanı yok yetişmez.

sonucu ne oluyor? tek sahada 2-3 takım idman yapıyor, bazen biri idmanı yarılamışken birden diğer takımın sporcuları sahaya giriyor, dikkat dağılıyor. ya da diğer branşlardan sporcular geliyor, tartan pistinde koşuyor (örnek), hop yine dikkat dağıldı. ganalı godfred donsah'ın (daha önce bu blogda yayınlanan hikayesi mevcut) şöyle bir demeci var. ''bazen 22, bazen ise 50 kişiyle tek topun peşinde koşardık. ancak o kadar yer vardı ve bireysel çalışmalarımızı kendimiz boş vakitlerimizde yapardık.''

işte türk altyapıları da bunun bir tık ihtişamlı hali. biraz daha görsel tatmini olan. ben söyleyeyim, bu şartlarda yine iyi futbolcu çıkıyor bu ülkeden. avrupa'daki altyapı turnuvalarında büyük bir futbol adamını gören altyapı hocalarının başkanlarına bunu anlattığında aldığı ''onun ne işi var la kıytırık altyapı turnuvasında'' cevabının sıklıkla görüldüğü bir ülke. turnuvalara tüm masraflar turnuva organizasyonu tarafından çekilmediği sürece gidemeyen takımların bulunduğu bir ülke. takımların yönetimden belli bir bütçe aldığı ve dışına çıkıldığında küfür yediği bir ülke. hocaların kahvaltıda yahut maçta 14-15 yaşlarındaki futbolcularına küfrettiği bir ülke. ya da bir antrenörü takımları çalıştırmak için yollayıp geri kalanların tesislerde okey çevirdiği bir ülke. bazıları yanına futbolcuları da alır ve kimisi masada taş da çalar. kahvede batak da oynar, boş vaktinde de gelir maaşına futbolcu çalıştırır. bakın dramdır bu :)

2-3 kulüp hariç futbolcular bu şartlarda yetişiyor. altyapı ve a takım arasındaki makas da inanılmaz oluyor ve çoğu futbolcu (hem ekstra yetenek, hem çalışma, hem de kiralık dönemlerinde oynadığı maçlarla) farkı kapatamadığı sürece alt liglere yahut amatöre mahkum kalıyor. salt tesisleşme ve verilen önem bile yeter teşhis koymaya. sonra ''şu takımlarda şu maçlarda bile oynayamıyorlarsa altyapıları kapatın'' oluyor. yok ya? değer verildi mi, doğru yapıldı mı da kapatılsın? fabrikada tasnif, temizleme gibi şeyleri 50 makineye ihtiyaç duyulurken 2 makinede 100 eleman tarafından yaptır da bakalım ne oluyor. önce kapı önleri temizlensin...

Geen opmerkingen:

Een reactie posten