maandag 21 mei 2018

Bu kez daha farklı | Uruguay





Son dört Dünya Kupası organizasyonunun üçüne katılan Uruguay, aslında aşinalık yaratsa da sadece bir turnuvada ciddi derece yapabildi. 2010 Dünya Kupası'nda dördüncü olan Uruguay bunu agresif ama bir o kadar da defansif bir orta alan ile yapmıştı. Belki Suarez cezalı olmasa yarı finalde Hollanda'ya çok daha fazla tehlike yaratabilirlerdi, ama bunların hepsi varsayım tabii. 2014 yılında da yine Suarez'in hem sağlık sorunları, hem de ikinci turda cezalı olması (Chiellini olayı hala akıllarda) Uruguay'ın beklenti altında kalmasını sağlamıştı. 2018 model Uruguay ise alışılagelmiş profilin biraz daha dışında ve bana göre onları daha da tehlikeli ve hatta derece adayı yapan şey de tam olarak bu.

Altyapı değişimi

Uruguay'ın nüfusu ülkemize göre çok çok az (Worldometers verilerine göre Uruguay'da 3.5 milyona yakın insan ikamet etmekte). Ancak üst düzey futbolcu yetiştirmek konusunda bize göre çok daha becerikliler ve özellikle son yıllarda bu becerileri daha da ön plana çıktı. Bu eğitimin teknik ve taktik yönünü açmak bu yazıyı amacından saptırır, fakat mental anlamda yapılan bir hamle üst düzeyde oynayan Uruguaylı oyuncu sayısını ciddi anlamda tetikledi.

Oscar Tabarez'in etkileriyle federasyon bünyesinde ve hatta ülke genelinde altyapı eğitimlerinin kalitesi arttırıldı. Oyunculara psikolojik anlamda ciddi yatırım yapıldı. Psikolojik yatırımdan kastım burada aslında daha çok milliyetçi bir eğitim şekli. Erken yaşta göç ülke futbolu için büyük problemlerden birisiydi ve öncede ülkede süre alıp olgunlaşmak, ana madde haline getirildi. Uruguay'ı büyük yapan gelenekler ve sportif etkinlikler, oyunculara genç yaştan itibaren eğitildi. Buradaki en temel amaç oyuncuların başarıya Uruguay'da yetişerek erişebilmeleri idi. Tabarez, genç futbolcuların tamamen yetişkin olana dek kendi çevrelerinden ve ailelerinden uzakta yetişmesine şiddetle karşı çıkan bir profil.

Bu eyleminin meyve verdiğini söylemek mümkün, zira ülkedeki oyuncuların önemli bir kısmı erken yaşta kıtayı terk eden Güney Amerikalı profilinden uzaklaştı. Yakın geçmişte Valverde, Nandez, Pereiro, Laxalt, Gimenez ve Varela gibi isimler, ülkelerinde profesyonel oyuna adapte olup sonrasında sıçrama yapmayı hedefleyen ve başarılı olan oyuncular oldu.




Eleme süreci

Son derece kötü bir deplasman performansına rağmen elemeleri ikinci sırada tamamladılar ve bunu Centenario stadındaki etkili oyunlarına borçlular. Evinde oynadığı dokuz eleme maçının yedisinden galip ayrılan Uruguay, Arjantin ile 0-0 berabere kaldı (Arjantin için ölüm-kalım mücadelelerinden birisi konumunda olan bir maçtı). Tek yenilgisini ise Muslera ve Suarez'in olmadığı bir maçta Brezilya karşısında 4-1'lik yenilgi ile aldılar. Deplasman karneleri oldukça kötüydü fakat Suarez'in hem sakatlık hem de ceza sorunları yaşamış olması da vites arttırmalarına engel oldu. İlk paragrafta farklı olmalarını beklediğime dair bir ipucu vermiştim, şimdi bunu açıklama vakti geldi.

Taktiksel yapı ve değişim

Bundan önceki Uruguay takımlarında orta alan göbeği daha çok rakibi bozan, agresif hamleler ile yetenekli oyuncuları yıldıran oyunculardan kuruluydu. Bu oyuncuların alan savunmasında da stoperlere yakın kalıp göbekten delinememesi, Uruguay'ın savunma temeline önemli katkıda bulunuyordu. Hücuma bekleri üstünden çıkıp, olabildiğince kısa sürede topu ilerideki oyuncularına direkt paslarla aktarma amacında olan bir takımdı. Bu kez yine aynı alan savunmasına mahirler fakat hücum çeşitliliği artmış durumda. Saha genişliğini beklerini daha öne çıkararak sağlamaya çalışan Oscar Tabarez, iki santraforunun da mobil ve pasör olmasının da faydalarını görüyor.


Tabarez özellikle turnuva maçlarında defansif emniyeti önde tutan, topu rakibe vermekten çekinmeyen ve dolayısıyla maçın temposunu da düşürmeyi seven bir teknik adam. Açık alan hücumlarında Suarez ve Cavani'yi etkin kullanmayı hedefleyen Tabarez'in belki de önceki turnuvalardaki en büyük problemi göbekte topu etkili kullanamaktı. Kanat oyuncuları kullanmadığı zamanlarda Suarez ve Cavani'yi çizgilere yardıma göndererek kanatlarda sayısal olarak eksik kalmama gayretindeydi. Bu oyuncuların topsuz hareketliliği rakibin göbekteki oyuncularının yardıma gelmesini ve savunma yerleşimini bozmasını sağlıyordu ancak Uruguay'ın orta alan göbeği, bu alanları etkin kullanmaya müsait değildi. Artık müsaitler ve değişimin anahtarı da tam olarak burada.

Savunmadan hücuma en yüksek tempoda çıkabilmenin en önemli yöntemi olarak genelde hızlı futbolcular görülür. Ben burada hızlı konusunda bir ayrım yapmak istiyorum. Genel algı sprint hızı yüksek, topu hızlı şekilde taşıyabilen oyuncular üstüne. Ancak asıl fark yaratan etken bana göre topu stoperlerden itibaren alan orta alan oyuncularının hızı. Top ile ne kadar çabuk dönüyorlar? Eksenleri etrafında nasıl dönüyorlar? Sahayı ne kadar çabuk (derinlemesine) görebiliyorlar ve ne kadar çabuk düşünüp karar uygulayabiliyorlar? Bu etkenlerin hepsi iyi bir kontratak için elzem durumda ve özellikle 0-0'ın kötü sonuç olarak görülmediği turnuvalarda o anlık hücumların önemi daha da fazla.

Uruguay'ı yine ikinci bölgede basan, üçüncü bölgede ise maçın 60-70 dakikalık bölümünde sadece karşılayan bir takım olarak bekliyorum. Bunun amacı aslında rakibi savunmasıyla beraber sahada belli bir noktaya getirip Uruguay hücumcuları için uzun sprintlerle hareketlenebilecek ve topu kullanabilecek alanları açmak. Dezavantajı ise rakibin daha kalabalık bir şekilde Uruguay yarı alanına yerleşmesi ve top kaybında hemen basabilmesi. İşte tam da bu noktada Uruguay, yeni düzeni ile fark yaratabilecek konumda.

Kanatsız bir dörtlü kullanması bekleniyor Tabarez'in. Orta alan göbeğinde dört oyuncunun olması, rakibe karşı sayısal üstünlük ve daima boş bir oyuncu anlamına gelecek. Rakip stoper de Suarez ve Cavani'den ötürü yardıma gelemeyeceği için savunulması daha zor bir takım anlamına geliyor. Dar alan ve rakip presten bahsetmiştim, Uruguay'ın yeni orta sahasında beklenen dört oyuncusu da Avrupa standartlarında çok üst düzeye yazılabilecek pasörler. 



Lucas Torreira (Uruguaylı Verratti) ile başlayalım. Elemelerde hiç görev almayan, bu sezon inanılmaz bir patlama yaparak bana göre Jorginho ve Pjanic ile birlikte Serie A'nın en iyi üç pasöründen birisi oldu. Bu pasörlüğünün önemli bir noktası da topsuz oyunda inanılmaz bir sezgiye sahip olması. Doğru tercihler yapar, doğru noktaya hareketlenir ve daima top almaya müsaittir. Ayrıca iyi bir birebir savunmacısı. Serie A'nın ikili mücadele ile en çok top kazanan beşinci oyuncusu (ortalama bazda, Whoscored verilerine göre). Burada boyunun 1.68 olmasını da not olarak ekleyeyim. Bu meziyeti Tabarez'in ona ciddi bir rol vermesini olası kılan bir başka etken, zira orta sahada alan savunmasının yanı sıra şiddetli bir adam adama savunmaya da gidebilen bir teknik direktör. İyi bir şutör olan Torreira, kaleyi gördüğünde enteresan bir tehdit olabilir ve yakın gelecekte de üst düzeye bir transfer yapması fazlasıyla muhtemel.

İç oyuncuları olarak görmeyi beklediğim Bentancur ve Vecino da oldukça iyi pasörler. Özellikle Vecino kendisini bu noktada hem kısa hem uzun mesafeli paslarla daha net ayırt ediyor. Bentancur ise güçlü fiziği, top taşıma yetisi ile farklı görünmekte. Giorgian de Arrascaeta ise 10 numara pozisyonunda hem hızlı gelen topları olgunlaştırmak ile, hem de Suarez ve Cavani'nin açacağı alanlara girip sürpriz gol koşuları yapmakla görevli. Bacaklarının kısa olmasına karşın çok güçlü ve net bir ilk adımı olması, iyi bir fizik koordinasyonu beraberinde getiriyor. Çabuk hareket edebilmesi ve yetenek bakımından Dünya Kupası standartlarında hatta belki daha da üstünde olması da adam eksiltmede ve al-ver oyununda güçlü bir koz haline getiriyor. 

Zaten oturmuş bir savunma ve hücum tandemine sahip olan Uruguay için bu etkenler, varolan hücum ve dolayısıyla takım tehdidini geçmişe göre daha da öne çıkarıyor. Valverde, Nandez ve Sanchez, hatta Laxalt gibi alternatifler de işler sertleştiğinde veya daha çok defansif emniyet gerektiğinde kullanabileceği kozlar Tabarez'in. Maç planlamasında usta bir isim olması da Uruguay'ın bir diğer kozu. 

Bir hayli överek anlattığımın farkındayım, eksikleri de mevcut. Özellikle iç oyuncularının defansif katkısı, kanadı tek başına koruyan ve kadro standartlarının altında kalan beklere destek için çok önemli. Sol bekte düşünülen isimler olan Gaston Silva ve Martin Caceres, stoper orijinli oyuncular ve daima içe kayıp savunmayı üçleme hedefindeler. Ancak bu turnuvada kanatsız çıkacakları için bu pek mümkün olmayacak zira rakibi kanatta daha erken karşılamaları gerek. Bu konuda kaymalarda eleme boyunca eksik kaldılar ve elemelerde yenen gol sayısı bakımından dördüncülük ile yetindiler (ki genelde Güney Amerika'nın en az gol yiyen ve fırsat veren takımlarından Uruguay). Hazırlık sürecinde Tabarez'in üstünde duracağı en önemli şey bu olacaktır. Bir diğer problem ise orta alanda hem sayısal, hem de fiziken Uruguay'a cevap verebilecek takımlara karşı kanatlar üzerinden bir B planı üretememeleri. Gaston Pereiro gibi hücumda çok yönlü olan bir oyuncuyu kadroya dahil etmemeleri, Celeste için işlerin tıkandığı noktada can sıkıcı olabilir.

Ancak Uruguay'ın genel olarak iyi bir turnuva geçirmemesi için ortada bir sebep yok. Kamp dönemini iyi geçiren, fiziken diri gelen ve inanmış bir Uruguay'ın potansiyeli çok yukarıda ve Euro 2016'nın Portekiz'i olabilme potansiyeline dahi sahipler. Belki de en önemli şansları kadrodaki oyuncuların neredeyse tamamının (yedek santrafor Maxi Gomez'e dikkat, o da dahil) kariyerlerinin en iyi sezonlarını geçirmesi. Grupları da Mısır, Suudi Arabistan ve Rusya ile oldukça müsait. Sonuna kadar giderlerse şaşırmayın, ben şaşırmayacağım çünkü.

donderdag 5 april 2018

Salzburg | Tesadüften çok uzakta

2016, Amsterdam. Kişisel bir tecrübe. Ajax'ın her yıl düzenlediği Future Cup organizasyonu yine start alacaktı. Dünya genelinden davet edilen sekiz takımın katılımı ile düzenlenen U17 turnuvasına katılan ekiplerden birisi Salzburg'du. Dört günlük turnuvada Salzburg U17 teknik ekibi ve teknik direktörü Marco Rose ile birlikte hareket edip turnuva dışı zamanlarda da sık sık futbol hakkında konuşma şansı bulmuştum. Futbolun içinde bulunan ve hayatına profesyonel olarak devam etmek isteyen birisi için (yani benim için) epey önemli bir şanstı ve eşsiz bir deneyimdi. Ufkumu çok genişleten insanlardan birisi oldu, hala da irtibatta olduğum birisi Marco Rose. Aynı zamanda çok yakın zamanda daha da yükselmesini bekliyorum.

Fakat Salzburg tarafı için hikayenin enteresan yanı asıl bundan sonra başlıyordu.

Bir sonraki sezon U19 takımının başına geçen Marco Rose, yanına yardımcı olarak 1992 doğumlu Rene Maric'i aldı. Rene Maric'in hikayesi aslında kabaca özetlenecek bir hikaye değil ama yine de kısa ve öz anlatmak gerek. Üniversite öğrencisi bir blogger olarak futbola dair yazmaya başlayan Maric'in yolları enteresan birisiyle kesişir. O kişi o dönem Mainz'in başında olan Thomas Tuchel'den başkası değildi. Tuchel o dönemde Bayern Münih'i frenlemek için yeni stratejiler üretmiş ve bu stratejilerin ana akım medyada ne kadar yer bulduğunu görmek için gazeteleri ekip arkadaşlarına toplatmış. Kimsenin fark etmediğini gördüğünde hayal kırıklığına uğrayan Tuchel soluğu Internet üzerinde alır ve aradığını Maric ve arkadaşlarının blogunda bulur. Kısa sürede tüm ekibi mail yoluyla davet eden Tuchel, kendileriyle görüştükten sonra Mainz adına analiz görevlerine gönderme kararı alır. Maric'in de serüveni burada başladı ve sonrasında Salzburg'a kadar uzandı.



Salzburg 2017'de U19 takımlarının Şampiyonlar Ligi olan UEFA Gençlik Ligi'nde son dörde yükseldi. Yarı final ve final maçlarının oynandığı Nyon'a gidişleri sürpriz olarak görülse de aslında hiç de öyle değildi. Beklentileri taca çıkararak bir de Avrupa şampiyonu oldu Salzburg U19 takımı. Hem de City, PSG, Barcelona ve Benfica gibi takımları yenerek.

Altyapıdan A Takıma

O yaz Salzburg'da bir takım değişiklikler yaşandı. A Takım teknik direktörü Oscar Garcia Saint-Etienne'e transfer olurken ondan boşalan görev için düşünülen yegane isim Marco Rose oldu ve böylece Marco, iki yıl içinde U17'den A Takıma çıkmayı başardı. Yardımcıları da Rene Maric ve Marco ile U17'de de beraber olan Patrick Eibenberger oldu.

O U19 takımından sıçrama yapanlar ise sadece teknik ekiptekiler olmadı. Mevcut Salzburg A takımında ilk onbirde yer alan Amadou Haidara ve Xaver Schlager geçtiğimiz sezon Avrupa şampiyonu olan U19 takımının kilit adamlarıydı. Yine o takımın skor yükünü üstlenen Hannes Wolf, Patson Daka ve Mergim Berisha da üstyapıda süre almış isimler. Rose'nın ilk ayları aslına bakarsanız kolay geçmedi. Sezonu erken açan (Fenerbahçe eşleşmesinden hatırladığımız) ve doğal olarak istim üstünde olan Sturm Graz sezona fırtına gibi başlayıp liderliği almıştı Avusturya'da. Şampiyonlar Ligi'nde ise Rijeka'ya elenmişti Salzburg, ikinci maçta bunda biraz da Hüseyin Göçek pay sahibi olmuş olsa da.

Salzburg hem UEFA Avrupa Ligi hem de Avusturya Ligi için bir formül arayışındaydı. O formül ''ısrar'' oldu. 



Tam saha baskı

Kanatsız 4-4-2, yani 4-1-2-1-2 düzeni ile sahaya dizilen Salzburg çok kısa sürede Oscar Garcia'nın görece daha temkinli oyunundan sıyrılmayı başardı. U19 takımıyla bu düzenle başarıyı bulan Rose A takım düzeyinde de bu formülden vazgeçmedi. Rakip stoperlere başlayacak şekilde agresif baskı yapan, ön alana 7-8 oyuncuyla yerleşip baskı yapan bir takım yarattı. Hem iki stopere, hem de orta alanda ilk topu almaya çalışan iki rakip orta sahaya da üçer oyuncuyla basmaya çalışıyordu. Buradaki amaç belliydi. Topun kanada gidişini olabildiğince geciktirmek, rakibin merkezden hücum etmesini de imkansız hale getirmek. En sonunda da ortada topu kazanamadığı takdirde top bir şekil kenarlara aktarıldığında ise B planı devreye giriyor. Bekleri de prese çıkarıp havuza düşen topu almak. 

Tartışmaya açık olsa da Avrupa'nın benim nazarımda en etkileyici baskı takımını ortaya çıkardı sezon özelinde. Hücum oyuncularının gezginliği ve çalışkanlığı ise farklı şeyleri meydana getirdi. Dabbur, Hwang veya oynadıklarında Minamino ve Gulbrandsen. Dördü de önde basabilen, dördü de çalışkan ve dördü de kenarlara gelip pas organizasyonuna katkıda bulunabilen isimler. Santraforların kenarlara yanaştığı anlarda hem kanatlarda sayısal üstünlük yakalayan Salzburg, hem de orta alandan gelen koşucu oyuncularına alan açabiliyordu. Bu sayede yıldızını parlatan isimlerden birisi Valon Berisha oldu. Geçen sezon tüm kulvarlarda çıktığı 46 maçta 8 gol atan Berisha, bu sezon 40 maç baremine erişmeden 12 gol kaydetti. Bunlardan ikisi de Dortmund deplasmanında atıldı.

Zaafları var mı? Elbette var. Topun hızlı bir şekilde kenara aktarıldığı her pozisyonda savunma yerleşim problemleri yaşıyor, keza Ramalho'nun oynadığı sürelerde hem topu onun üstünden çıkarma, hem de onun arkasını savunmakta bir takım problemler yaşıyorlar. Bir örneği Sociedad deplasmanında Odriozola'nın etkinliği idi. 2013-2014 sezonunda Kadıköy başta birçok Avrupa deplasmanında müthiş futbol oynayan Ramalho'dan eser yok. Fakat Duje Caleta-Car ile yeni bir stoper potansiyeli çıkıyor, hatta çıktı bile. Fakat orta alanı o kadar tempolu, çabuk hareket eden bir takım için önde baskı ciddi bir silah. Özellikle aerobik özellikleri çok gelişmiş olan Haidara ve Samassekou gibi isimler, fiziki esneklikleri, güçleri ve hızlarıyla çok açığı hızlı sürede kapatıp top kazanmada etkisi olan oyuncular. 




Sonuç

Bu üstün pres özelliği, gençlik iksiri ve özellikle Schlager-Berisha ikilisinden aldıkları beceri ile ilerliyorlar. Şu ana dek bu baskıya da net bir çözüm bulunamadı. Avrupa arenasında yenilgisi yok Rose ve öğrencilerinin. Ne Konyaspor, ne Marsilya, ne Sociedad, ne de Borussia Dortmund. Lazio bulacak mı? Bu akşam ve önümüzdeki hafta göreceğiz bunu, fakat bir daha tur atlamaları şaşırtmaz beni. Sezon başındaki beklentim de aslında iz bırakmalarıydı, bu bağlamda çok da şaşırtıcı olmadı benim için.

Özellikle ülkesinde çok baskın olması beklenen takımlar için doğru bir örnek teşkil ediyor Salzburg. Seviye farkının ve rakiplerinin geriden top çıkarmada zorlanmasının meyvelerini tam saha baskıyla topladılar. 27 Ağustos tarihinde alınan Sturm yenilgisi, tüm kulvarlardaki tek yenilgileri oldu. Lig bitimine 8 hafta kala 8 puan farkla lider olan Salzburg, kupada da yarı finalde Mattersburg ile karşılaşacak. Avrupa'da da önünde Lazio engeli var. Özel bir takım var sahalarda, şiddetle tavsiye edilir...

dinsdag 6 juni 2017

Aranan Parça | Lewis Baker




Piyasa yaptığı bir sezondan sonra alınırlığı ne konumda olur, tartışılır. Biraz da Antonio Conte'nin planlarına bağlı tabii. Ancak Türkiye'de Fenerbahçe başta olmak üzere her takıma uyabilecek bir isim Lewis Baker. Son iki sezonu Vitesse formasıyla kiralık olarak geçirdikten sonra artık Hollanda temsilcisine gitmeyeceğini ifade eden Baker, ''başka bir yere kiralanabilirim fakat artık bir üst seviyeye adım atma vakti geldi'' diyerek aslında kapıyı yeni bir maceraya açtı. Chelsea ana rotasyonunda Matic, Kante ve Fabregas gibi sert rakiplerin olduğunu düşünürsek yeni bir kira dönemine yelken açacağını söylemek hayalperestlik olmaz.

Dünya futbolunda iki ayağını kullanmanın farklı parametreleri vardır. Kimisi bir ayağını sadece yürümek için kullanır, kimisi baskın ayağını çok öne çıkarır, kimisi ikisini de kullanabilir ama birisini kusursuz kullanır. Bir de bazıları vardır ki iki ayağını da müthiş kullanır. İşte bu son grup oyuncuya Lewis Baker'ı dahil edebiliriz. Kaleye doğru serbest vuruşlarda sağını kullanarak vurup bazı durumlarda soluyla da vurabilen birisi. Örneğin sahaya enlemesine baktığınızda sağ kısmından kullanılan frikikleri düşünün. 40-50 metrelik mesafede soluyla topu içeri keser, gayet de tehlikeli olur.

Bu nitelikleri onu 2 yıl içerisinde Hollanda Ligi'nin en revaçta orta alan oyuncuları arasına soktu, hem de ilk profesyonel deneyimleriyken. 2016 Toulon turnuvasında ev sahibi Fransa'yı 2-1 yenip şampiyon olan İngiltere U21 kadrosunda 4 gol atarak yıldızlaşan, bu yıl da Vitesse ile Hollanda Kupası şampiyonu olan Lewis Baker neden özel ve ne tür sorunlar çözer, onları anlatmak istiyorum. Oyna devam.

Fiziksel Nitelikler

Lewis Baker alt yapı çıkışında fiziksel gelişimini üst düzeye çekmiş bir oyuncu. Majör ligler seviyesini Türkiye dahil olmak üzere rahat kaldırabilecek bir niteliği var. Uzun mesafe sprintleri orta alan oyuncularının standardına göre bir tık daha üstte. Kısa mesafede ise çok verimli bir start hızı yok. Bacak uzunluğu nedeniyle sonradan açılır nitelikte. Ancak bacakları uzun ve bu ona topa yapılan hamlelerde avantaj sağlıyor. Hollanda Ligi içerisinde (mesafelerin daha uzun olduğu bir lig) maç başı bir pas arası yapıyor. Beli çok güçlü, kısa dönüşlerde örnek vermem gerekirse Josef de Souza'nın biraz daha hızlısı. Top ve rakibin arasına girdiğinde kolay kolay kaybetmiyor. Onu ayıran şey ise gücü ve yüksek topa vurma kabiliyeti. Belki henüz dilenen sıklıkta yüksek topa çıkmıyor (ki bunda Hollanda Ligi'nde yerden oynamaya azami önem gösterilmesi de etkili) fakat vuruş tekniği ve bacaklarından aldığı sıçrama gücü gayet olumlu. Üst vücudunun da oldukça kuvvetli (göğüs kafesi ileride, omuzlar bele göre yeterli orantıda geniş) olması ona mücadelelerde avantaj sağlıyor.



Teknik Nitelikler

Lewis Baker'ı bu bağlamda en çok ön plana çıkaran şey aslında yazının başında da vurguladığım üzere çift ayaklı oluşu ve iki ayağını da çok iyi kullanabilmesi. İki sezondur ''oyunun yönünü değiştiren paslar'' hususunda maç başına 4 ve 5 arası gidip gelen bir ortalamaya sahip. Bu sezon Vitesse'nin devamlı olarak kanatlarda rotasyon yapması ve iki kanatta da oyuncuların topu farklı bir şekilde almak istemesi, bu ters toplardaki isabet yüzdesinin düşmesini sağladı. Vitesse'nin beklerinin çok çıkmaması da bunda bir etken, zira böylece tek kanat forvete iki kişi önlem alabiliyor ve yeterli saha genişliği sağlanamıyordu (dolayısıyla rakip için pası kesmek adına daha fazla seçenek var). Kısa pasları oldukça başarılı, keza kornerlerde de çok ciddi bir başarı yüzdesine sahip. Kilit pas (şut öncesi pas) rakamları bu sezon da iyi durumdaydı (2016/2017 sezonu ortalama 1.8, 2015/2016 sezonu ortalama 2.3). Kilit pas rakamlarındaki hafif düşüşün sebeplerinden birisiyse artık kaleyi çok daha sık yoklaması hatta çerçeveyi de daha sık tutturması. Şut ortalaması 1.7'den 2.7'ye çıktı maç başına. Artık onun şutu ciddi bir hücum opsiyonu olarak da görülüyor. (Vitesse bu sezon hücumda daha durağan ve tahmin edilebilir, vurgulamak gerek)

Gollerini ceza sahası dışı olduğu kadar içinden de kaydediyor Baker. Gollerinin önemli kısmını sağ ayakla atmış olmasına karşın sol ayağıyla da önemli golleri var. Topun dibine de girebilen, ayak üstü ile de vurabilen ve ayakiçi sert (ayağın uç kısmıyla yan vuracak şekilde) de çok tehlikeli toplar çıkarabilen bir oyuncu. Pas alım sayısı şu an yeterli ancak daha da yükseltebilir bunu. İsabet yüzdesi de ters toplarda ikinci sezon yaşadığı hafif düşüşe rağmen hala %83 bandında ki bu da hücuma dönük pas adedi az olmayan bir oyuncu için iyi bir rakam. Hatırlayalım, kıyas yapmak gerekirse Hakim Ziyech'in yüzdesi 76 (biraz daha dar alanda oynamak zorunda olması, dolayısıyla pas hatası riski daha fazla olmasına karşın bu bile önemli bir veri)

Henüz profesyonel ikinci sezonuydu, alan savunmasına oturup buradan savunmayı altyapılarda yaptı daha çok. Takımında da açıkçası daha çok defansif rol alan isim Marvelous Nakamba ve oynadığında Sheran Yeini idi. O yüzden defansif rakamları ve nitelikleri geliştirilebilir konumda, fakat burada bile fiziksel nitelikleri, mental gayreti ve oyun bilgisi vesilesiyle işlevsel konumda. Koridoruna gelen oyuncuya kolay geçit vermez, bacaklarını kullanmaya çalışır. Pas arası sayısından daha önce bahsetmiştik zaten. Defansif anlamda müthiş bir fors değil, ancak kritik bir zaaf da teşkil etmiyor mevcut görüntüsüyle.

Açık alan driplingi kapalı alan driplingine göre doğal olarak daha başarılı, hızlanmasının kısa adımlı oyunculara göre daha geç başlaması bunda önemli etken. Açık alanda topu rakip yarı alana taşıyıp doğru tercihleri de getirebilir.




Taktiksel ve Mental Nitelikler

Rakip ceza sahasına devamlı koşu yapabilen ve bu koşular üstünden çeşitli şekillerde bitirebilen bir oyuncu. Fizik kondisyonu iyi durumda ve gayet dayanıklı bir oyuncu. Saha içi yerleşimi olumlu, baskıda genelde alanı geniş kaplayabiliyor. Mental olarak da agresif, kazanmak isteyen bir oyuncu. Bu sezon bir kez aşırı sertlik ve dolayısıyla kırmızı karta sebebiyet verdi bu arzusu.

Hangi Sorunları Çözer?

Fenerbahçe'nin en temel sorunlarından bir tanesi, top stoperlere geldiğinde topu sağlıklı bir şekilde ön alana aktaracak oyuncuların eksiğiydi. Hatta stoperler pası atacak hiç kimseyi bulamadıkları için top devamlı bek ve stoper arası gidip gelir, Fenerbahçe'de maç başı topa en çok temas eden 3 oyuncu da daima savunma hattından çıkardı. Oyunu uzun top üzeri şekillendirmeye çalışıp şekilsiz, ilgi çekmeyen, çekilmez bir takım olmuştu. İşte Baker hem pas alışverişi hem de pas meziyeti anlamında bu sorunu önemli anlamda çözmeye yardımcı olur. Aldığı topları beklerle sağlıklı buluşturabilir, baskıyı erken sezdiğinde risksiz doğru pas çıkarır, çok az alan yakaladığı an da öne doğru pas yapma gayretinde olur. Sadece bununla kalmaz, sol ayağının da çok iyi olmasından dolayı topu sol iç bölgesinde alıp çok zaman kaybetmeden sağ kanada göndererek hücumun ''ölmemesi'' hususunda yardımcı olur. Fenerbahçe, ayrıca ceza sahası dışından atılan şut adedi ve isabeti bakımından bana göre son yılların en kötü sezonlarını geçirmekte. Baker bu bağlamda da sorun çözecek bir oyuncu olabilir.

Nasıl transfer edilir?

U21 Avrupa Şampiyonası onun için vitrine oturma şansı ancak sezon başı kampının bir kısmını kaçırma potansiyeli ve Chelsea'nin halihazırdaki orta saha rotasyonu onun şansını ufaltmış durumda. Matic, Kante, Fabregas, Chalobah ve Loftus-Cheek'in yanı sıra bu bölgeye bir takviye daha düşünülmesi (Bakayoko ismi gündemde), durumu Baker açısından pek parlak kılmıyor. Kira opsiyonu gündeme gelir hatta gelmeli.

Burada oyuncuya ne katacağını, nasıl bir randıman alacağını anlatmak Chelsea kulübü önünde kozları sana verebilir. Fenerbahçe örneğinden yola çıkalım. Aykut Kocaman ilk teknik adamlık yılında Miroslav Stoch'u Chelsea'den transfer etmiş ve ilk iki sezonunda ciddi verim almıştı (ki ben Stoch'u futbolculuk karakteri anlamında çok sevmem).

Bu tecrübeyi ikna sürecinde kullanıp yeterli süreyi ve gelişim planını takdim ettiğin an şansın giderek artabilecek konumda, zira artık oyuncu Vitesse seviyesinin bir üstüne çıkmayı amaçlıyor.

Oğuzhan Oğuz
@oguzhann10

donderdag 9 maart 2017

Rapor | Matthijs de Ligt



Profil

Hollanda futbolu yıllar yılı stoper eksiği yaşamakta ve 2014 yılında Louis van Gaal’in ‘’zorunlu’’ olarak beşli savunmaya geçmesi de stoperlerine güvenmemesinden kaynaklıydı. Stam ve muadili oyuncuların yokluğu bu bölgeyi kanayan yara kıvamına getirdi. Bruno Martins Indi, Karim Rekik ve Stefan de Vrij gibi altyapıdan büyük sükseyle çıkan isimler de şu ana dek çare olmadı. Virgil van Dijk dışında net güvenilecek opsiyonu olmayan ülke için artık yeni bir umut var ve o umut 1999 (!) doğumlu.

Matthijs de Ligt Ajax altyapısına katıldığında henüz 9 yaşındaydı. Basamakları hızlıca çıkan de Ligt, patlamayı U17 takımında henüz 14 yaşındayken yaptı. Çok çabuk jenerasyon atlayan de Ligt U17 takımında da erken yaşta kaptanlık yapmaya başladı. Henüz 15’inde iken bu mertebeye çıkan stoper, daha sonra Arsenal’a transfer olan Donyell Malen ile birlikte takımın en potansiyelli oyuncuları arasındaydı.  Nitekim 17 yaş altı grubunda dünyanın en prestijli turnuvalarından olan Future Cup’ta rakiplerinden 2 yaş genç olmasına rağmen ‘’en değerli oyuncu’’ olmuştu. Aynı yıl U19 takımı ile maçlara çıkmaya başlayan de Ligt orada da kısa sürede kaptan olup yine benzeri prestijde turnuvalarda adından söz ettirmişti. Bu performanslar, yine 2015 yılında ona profesyonel sözleşme imzalama imkanını sunmuştu. Ajax altyapısında ‘’2015/2016 sezonunun oyuncusu’’ ilan edilmişti.

17 yaşını doldurduğu anlarda, yani bu sezonun başında Ajax B Takımı kadrosuna yazılmıştı. Ajax B, Hollanda 2.Ligi takımı olduğundan bu de Ligt’in artık profesyonel liglerde oynayacağı anlamına geliyordu. Yaşı da hala U19 takımında oynamaya müsaade ediyorken (Ajax’ın U18 takımı yok, yoksa o yaş grubunda da oynayabilir). Ağustos ayında Ajax B ile çıktığı bir resmi maçta Davinson Sanchez ile birlikte tandemi oluşturuyordu Matthijs de Ligt. Bu tandem, aynı zamanda Ajax’ın gelecek planlarındaki stoper tandemi olduğundan bu done ilgi çekici. Eylül ayı sonunda Willem ile oynanan kupa maçına ilk 11’de çıkarak A Takım düzeyinde de ilk kez sahne alan de Ligt, maçta bir de gole imza attı. Fazla zaman geçmedi ki bu kez Avrupa Ligi’nde Panathinaikos maçında da ilk onbirde çıktı. Victor Ibarbo’ya maç boyunca büyük üstünlük kuran genç yetenek artık rotasyonda Heiko Westermann’ı geride bırakmıştı.

Genç oyuncu son olarak Şubat ayının son haftasında üç karşılaşmaya çıkarak şimdiden profesyonel futbolun yoğunluğu ile tanıştı. Salı günü U19 takımıyla Dinamo Kiev’i Youth League kapsamında konuk eden de Ligt, Cuma ise Ajax B ile Hollanda 2.Ligi maçına çıktı. Pazar ise A Takım formasıyla Heracles karşısında devre arasında sakatlanan Nick Viergever’in yerine oyuna girip çok kritik bir gol atarak takımını üç puana taşıdı. UEFA Avrupa Ligi’nde Kopenhag eşleşmesinde hem Joel Veltman, hem de Davinson Sanchez’in cezalı oluşu, ona bu genç yaşında bile inanılmaz kritik maçlara çıkma şansını sağlıyor olabilir. Hollanda alt yaş milli takımlarında da görev alan stoper, belki de (en azından benim nezdimde öyle) dünya çapında bir stoper olabilir…

Güçlü Yönleri
İsmail Aissati’nin ardından Hollanda tarihinin Avrupa Kupaları maçına çıkan en genç oyuncusu de Ligt. Bunu olağanüstü düzeyde geliştirdiği oyun aklına borçlu. Temel futbol eğitimi o kadar ileri seviyede ki bu, direkt olarak özgüven ve soğukkanlılık olarak geri dönüyor. Baskı alınan tüm anlarda boş pas opsiyonu olarak beliren de Ligt, pası aldıktan sonra çok fazla opsiyona sahip olmasıyla değerleniyor. Bu değerlenme vesilesiyle takımının ilk bölgeden top çıkarmasında ciddi pay sahibi. Dripling üstü mesafe kat edebiliyor oluşu, mesafe ve açı tanımadan çıkarabildiği kısa ve uzun paslar daha önce Ajax altyapısından çıkan Jan Vertonghen ve Toby Alderweireld’i andırıyor. Orta alan oyuncusu olmuş olmasının verdiği etkiyle de iki ayağı ile de iyi şut çıkarabiliyor.
Yüksek top hakimiyeti üst düzey olan, bunda 1.89’luk boyunun yanı sıra güçlü fiziği, dengesi ve iyi zamanlamasından da destek alan bir oyuncu. Üst vücut kafesinin çok geniş oluşu çalışma ürünü ve bu gücü sebebiyle temaslı oyunda da etkili. Beklerle arasındaki mesafeyi iyi ayarlayarak kademeye iyi gelebiliyor, birebir mücadelelerde de ayakta iyi kalarak rakibe hamleyi çok geciktirmiyor.



Zayıf Yönleri
Beli çok ince olan bir oyuncu değil ve bundan ötürü özellikle ani dönüşlerde sıkıntı yaşıyor. Döndükten sonra attığı sprintler mesafe uzadıkça verim kazanırken 10-20 metre bandında ise çok işlevsiz bir hızı var. Bu zaafını pozisyon alışı ile dengeliyor ancak en üst düzeyde de bu agresifliğini koruyup ilk toplara çok sert ve etkili basan bir oyuncu olması şart.

Sağ bek kademesine geldiğinde ise soluna doğru adımlarken (içe kat eden kenarlara karşı) ayaklarının üstünde kaldığı süreçteki koordinasyonunu daha yukarı çekip ilk hamlelerdeki başarısını arttırması, onu neredeyse defosuz bir stoper haline getirecektir. Şu an hala çift dönüşlerde (önce sağa sonra sola aniden dripling yönü değiştiren oyunculara karşı) sıkıntı yaşıyor.

Gelecekte ne bekliyor?

Artık malumunuz olduğu üzere bazen çok iddialı olabiliyorum. De Ligt de iddialı olduğum bir oyuncu. Hollanda futbol tarihinin (en azından hayatımda tanık olduğum kısım kadar konuşayım, son 15-20 yıldaki) en etkileyici ve en ''komple'' stoperi ile karşı karşıyayız. Gelişimini ne boyuta çekeceği, daha yüksek oyun temposunda aynı mesafelerde oynayıp oynayamayacağı çıkacağı seviyeyi belirler. Ama şu an bile Hollanda Ligi seviyesinde fazla zorlanmayacak, takriben 1-2 yıl içerisinde de ligin en iyi 5 oyuncusundan biri olacak olan bir oyuncudan bahsediyoruz.

Hele hele ''Dünyada Stoper Krizi'' olarak adlandırabileceğimiz, ekonomik kriz muadili bir ortamdayken de Ligt'in çıkışı çok önemli. Davinson Sanchez ile birlikte Ajax'ın stoper rotasyonunda önümüzdeki yıl ismini direkt onbire yazdırması olası. En geç 2020 yazında majör liglerden birine 20 milyon bandının üstünde bir transfer yapmasını bekliyorum. Hollanda Milli Takımı'nda da kaptanlık mertebesine yükselmesini.

Oğuzhan Oğuz
@oguzhann10



vrijdag 30 december 2016

Başlık Bulamadım



Yazıya başlarken sayfayı 10 aydır boş bıraktığımı fark ettim. Blogun kuruluş amacı bu değildi ama artık biraz canlandırma vaktinin geldiğine karar verdim. Afrika Kupası birçok futbolseverin nefret ettiği bir organizasyon. Kimileri oyuncularını vermek zorunda diye, kimileri ise maçların çekilmez olmasından ötürü. Kabul ediyorum, bundan önceki turnuvada izlediğim birkaç maçın ardından benim de görüş kabiliyetim %50 ile azaldı, yakında muhtemelen katarakt ameliyatına ihtiyaç duyabilirim.

Bu yüzden bu turnuvada muhtemelen maç seçerim. Bir zamanlar kupa törenine Ahmed Hassan'ın çıkacağından emin olduğun, ya da Zambiya'nın efsanevi sürprizinin yer aldığı turnuva bu yıl da fazlasıyla denk. En azından devre arasında vakit geçer, #futbolsuzluk hashtagi ile sıkıntı ifade etmeyiz sosyal medyada. Turnuva aslında Libya'da düzenlenecekti, fakat iç savaş şartlarından ötürü turnuva oradan alındı ve Gabon'a verildi. Soyunma odalarında ve kale direklerinin dibinde bir takım doğaüstü, büyüsel eylemlerin gerçekleştirildiği kuşkum var. Bir zamanlar U20 Dünya Kupası öncesi Benin'in her maç ''voodoo'' büyüsü ile kazanmaya çalıştığı ortaya çıkmıştı. Yapılıyor bunlar, cin de çağırabilirler, şaşırmam.

Fiziksel olarak çok şey isteyen bir turnuva. Takımların yarısı zaten oyuncuların fiziksel kabiliyetini daha da görünür kılmak için Puma'nın vücuda yapışan formalarını seçiyor. Aslına bakarsanız Gabon'daki sahalarda ayakta kalabilmek için de sağlam vücuda fazlasıyla ihtiyaç var. Bundan aylar önce Gabon-Fas maçını izlemeye çalışmıştım. Çalışmıştım tabii de top üçten fazla kez dönmüyordu. Herhangi bir Türk kahvehanesinde daha çok pas yapabilecek bir üçlü oluşturman mümkün. Ama bir fark vardı, saha futbol sahası harici her şeye benziyordu. Yeşil çim tanelerinden çok sarı taneler görmek mümkündü ki bu kafamda sahada daha önce çim değil başka bir bitkinin ekilmiş olduğu izlenimi uyandırdı. Durum değişmediyse herhangi bir Afrika Kupası maçı izlerken TV ayarlarınızın bozuk olduğunu düşünmeyin, o sahadan kaynaklıdır. Gabon'da tarım ne durumda bilmiyorum gerçi ama.

Geyiği ya da yermesi bir kenara, doğru zamanda doğru maçı izlediğinde zevkli turnuvadır Afrika Kupası. 14 Ocak tarihinde başlayacak ve 5 Şubat tarihinde de final var. Finale giden takımda oyuncusu olan oyuncusunu 1 ay kullanamayacak demek oluyor bu. Özellikle de bazı kadroların seviyesi ve oyuncuları kaliteli kılmakta. Grup grup kısaca anlatmak istiyorum.

2015 Afrika Kupası'ndan bir grup tablosu. Bu gruptan çıkan takım kura çekimi (!) ile belirlenmişti.
Denk güçlerin mücadelesi mi demiştiniz?

A Grubu ve Gabon ile başlayalım. Turnuvaya bir süre kala hocası Jorge Costa (tamamen futbolculuk CV'sinin ekmeğini yeyip her yerden kovulan bir teknik adamdı) ile yolları ayırıp eski İspanyol emektar Camacho ile anlaştılar. Kadroda Aubameyang, N'Dong ve Lemina gibi özel oyuncular var. Ev sahibi avantajları ise en çok güvenecekleri şey. Ülkemizden de Karabükspor oyuncusu Andre Biyogo Poko kadroda. Ancak radar altındaki en önemli adamları ise Çin'e giden Malick Evouna.

Burkina Faso
ise Süper Lig kadrosuna takviye ekleyerek gelmiş gibi. Kayserispor'dan Alain ve Karabükspor'dan Abdül Razack Traore'ler kadroda, keza aynı şekil Prejuce Nakoulma da turnuvada Burkina Faso forması giyecek. Çok da kötü takımları yok aslında, gruptan çıkmayı zorlayacaklardır. Bertrand Traore, Charles Kabore gibi üst düzeyde iyi sezon geçiren oyuncuları mevcut. Ninni kıvamında bir milli marşları var, maçlarını izlerseniz o yüzden direkt başlama vuruşundan başlayın yoksa milli marşlar esnasında uyuyabilirsiniz.

Kamerun
ise gol yollarında Vincent Aboubakar'a güveniyor. Ama nerede o Eto'lu kadrolar dedirtecek bir takım kıvamındalar. 10 yıldır 24 yaşında olduğuna inandığım Edgar Salli'ye verdiler orta alan yükünü, Georges Mandjeck ile beraber. Aurelien Chedjou kadrodan çıkartılınca savunmada kalburüstü tek opsiyon olarak Nicolas N'Koulou kalıyor. Joel Matip, Allan Nyom ve Andre Onana gibi isimler kadroya alınmayı reddedince ortada çok da fazla seçenek kalmıyor. Eric-Maxim Choupo Moting'in de kadroda yer almadığını hatırlatalım. Nicolas N'Koulou ve Clinton N'Jie ise en öne çıkan oyuncular.

Gine-Bissau
ise turnuvanın en bilinmeyen takımlarından. Tahminim birçok insan öyle bir ülkenin de varoluşu hakkında haberdar değildir. Orada da Süper Lig'den bir oyuncu var (daha doğrusu eski Süper Lig oyuncusu). Leocisio Sami. Kalelerinde bir tane Birleşmiş Milletler elçisi var. Adamı karşısında rakip olarak gören ''bu adam burada oynayamaz'' diye itiraz ediyor. Gine-Bissau vatandaşı bir Senegalli, İspanya'da düşük seviyede oynuyor, ayrıca yerel bir takımda kaleci antrenörlüğü yapıyor. Papa Masse Fall. Öyle bir takım işte.

Gine Bissau'nun bu grupta söz sahibi olması çok çok düşük ihtimal. Turnuvanın en göz kanatan maçları muhtemelen bu grupta olacaktır. Gabon'u seyirci avantajı ile tura bir adım yakında görsem de grupta onlara eşlik edecek takım hususunda kararsızım, hatta Burkina Faso'ya daha yakınım. Kamerun'u yeni bir hüsran bekliyor olabilir.



B Grubu
 ile devam edelim. Afrika iki farklı kültürün birleştiği bir kıta. Bir tarafı Arap kültürü, bir tarafı ise has Afrika kültürü. Cezayir ile başlayalım. ''Tilkiler'' lakaplı Cezayir'in kalecisi Antalyaspor'dan ayrılması söz konusu olan M'Bolhi. Zaten hasarlı savunma merkezlerinin güvenilir tek opsiyonu olan Carl Medjani'yi ''uyumsuz'' bahanesiyle kadroya almadılar. Mandi-Ghoulam gibi iki iyi beklerine rağmen hem de. Teknik adam istikrarsızlığı ise sürüyor. Çorap değiştirir gibi teknik adam değiştiriyorlar. Hücum hatları formsuz, lakin formsuz halleri bile büyüleyici. Bentaleb'in yanında forması kesin gibi görünen Saphir Taider kadrodan sakatlık nedeniyle çıktı. Yük iyi bir sezon geçiren Mehdi Abeid'e kaldı. En büyük sürpriz ise Sofiane Feghouli'nin kadroda olmaması. Fazla süre alamayan Feghouli, takımdaki yerini kaybetti. Ligue 1'den etkili forvet arkası opsiyonları Ounas ve Boudebouz da kadroda yok. Brahimi, Hanni, Soudani, Mahrez ve Ghezzal gibi kaliteli forvet arkası oyuncularına sahipler yine de. Santrforda ise yükü Slimani çekecek gibi görünüyor, her ne kadar Bounedjah gibi iyi bir alternatif olsa da. Everton'un büyük teklif yaptığı iddia edilen Belfodil de kadroda yok. Turnuvayı kazanmak için yeterli defansif yetiye sahipler mi, şüphem var. Hele hele Medjani yokken. Tek inandığım ise Dünya'nın en iyi milli marşına sahip oldukları.

Gruptaki bir rakipleri ise Tunus. Stoper rotasyonunda takımın yıldızı Aymen Abdennour'un yanında Rizespor'dan Mohamed ali Yacoubi var. Wahbi Khazri ise takımın hücumdaki ana opsiyonu, lakin Naim Sliti ve her ne kadar kıta dışı kalsalar da Youssef Msakni ve Ferjani Sassi gibi değerli oyuncuları da mevcut. En büyük sorunları ise santrfor, zira ilk santrfor olması beklenen Hamdi Harbaoui Anderlecht'te süre alamıyor ve bu sebeple kadrodan çıkarıldı.

Grubun favorisi ise Sadio Mane'li Senegal. Eski milli oyuncuları (2002'de yendiğimiz kadroda yer alan) Aliou Cisse teknik direktörleri. Kalede Rizespor'dan Diallo, sağ bekte Alanyaspor'dan Lamine Gassama, orta alanda Osmanlıspor yıldızı Badou N'Diaye ve santrforda da Fenerbahçe'den Moussa Sow var. Sow'un pozisyonundaki rakipleri Konate ve Diedhiou'nun adları Türkiye ile anılmıştı. Ancak takımda Mane dışındaki en önemli yıldızlar ise Everton'dan Gueye ve Napoli'den Koulibaly. Bu isimlerin yanına bir de Balde Keita (Lazio), Biram Diouf (Stoke), Kara MBodj (Anderlecht), Cheikhou Kouyate (West Ham) ve Mohamed Diame (Newcastle) eklenince ciddi anlamda turnuvanın en geniş kadrosundan söz ediyor oluruz.

Zimbabwe
takımında ise ''Hardlife'', ''Teenage'', ''Knowledge'' ve ''Marvelous'' gibi mükemmel İngilizce isimlere sahip oyuncular var. Ancak Vitesse ön liberosu Marvelous Nakamba dışında topa makul derecede vurmayı bilen fazla oyuncuları da yok. İman gücü ve fiziğe dayanacaklar ama işleri çok güç. Nakamba ise inanılmaz bir görev adamı, onu tenzih ederek yakında Avrupa Kupaları'nda düzenli izleyeceğimiz bir oyuncu olacak diyorum.

Sözün özü, Senegal net favori ve çıkmama ihtimalleri direkt hocaya yazar. Gruptan çıkacakları kanaatindeyim. Cezayir ve Tunus arasındaki Mağrib savaşı ise diğer takımı belirleyecektir. Cezayir'in 2014 Dünya Kupası'ndan sonra hiç çıkamadığı, kadronun vaad ettiği bir seviye baremi var. O bareme çıkamadıkları sürece Tunus ile de fazlasıyla zor bir hesaplaşmaya gireceklerdir. Brahimi, Feghouli gibi isimlerin geçirdikleri zor sezona karşılık bu turnuvada cevap vermeleri, Cezayir'in meydan okuması açısından önemli olacaktır.

Üşüyoruz Kidiaba reis

C Grubu ise tarihin en şişme bedelli stoper transferini gerçekleştiren Fildişi'nin grubu. Yani Eric Bailly'nin grubu. Bailly'nin savunma lideri olduğu takım (her ne kadar fiziksel nitelikleri olağanüstü olsa da) her organizasyonda zorlanabilir. Orta alanlarında kemikkıran Serey Die'nin yanında Atalanta'nın 96 doğumlu altın çocuğu Franck Kessie var. Gervinho'nun çapraz bağ kopması sonucu hücumdaki yük ''good old'' Kalou'ya kalacak gibi. Bony Stoke'da dilediği şansı bulamamasına karşın kadroda. Fildişi'nin yeni silahı ise İngiltere'den kaptıkları Wilfried Zaha. Max Gradel ise ''tehlike anında kırınız'' şeklinde başvuracakları emniyet silahı olacak hücumda.

Togo
ise turnuvaya iki işsiz oyuncuyla geldi. Biri kaleci Agassa, biri ise ''Rize'ye geldi, gelecek'' denilen Adebayor. Göztepe'den Segbefia ve Trabzonspor'dan Akakpo da kadroda. Alanyaspor'dan hatırladığımız Ayite ise Love transferinden sonra kulübünde de, milli takımında da arka planda ve bu turnuvada da yok. Romao ve Gakpe gibi görev adamlarına rağmen işleri zor bu turnuvada. 

Gelelim Fas'a. Hayatımda bu ülke kadar yetenekli futbolcu çıkarmasına karşın her turnuvada başarısızlık yazan bir ülke görmedim. Bu turnuvaya da Belhanda'sız (sakat) gelecekler. Belhanda, Tannane, Boufal ve Amrabat gibi ofansif opsiyonlar sakatken bile Hakim Ziyech'i düşünmemek inanılmaz bir gaflet. Sanırım Renard sarhoştu kadroyu belirlerken. Benatia, El Ahmadi ve da Costa gibi isimler omurgada liderliği üstlenmeli. Faycal Fajr da dikkat edilesi bir oyuncu Santrfor ise hala el Arabi, rotasyon kan ağlamakta...

Grubun son takımı, ama bana göre en serti ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti. Yılların tecrübesi, gollerdeki dansı (izlemek için tıklayın) ile ünlenen Robert Kidiaba artık kalede yok. Sol bek rotasyonunda Alanyaspor'dan N'Sakala var. Ancak savunmanın en temel taşı Newcastle United oyuncusu olan Mbemba. Hamal gibi farklı rollerde kullanmalarına karşın stoperde turnuvanın en iyi oyuncusu olacağı konusunda bir iddiam var. Tabii yaşı 22 mi yoksa 34 mü, o tartışılır. Kebano ve Mulumbu gibi orta alan oyuncularına Bakambu, Mbokani, Bolingi gibi hücum opsiyonlarını eklediler. Turnuvanın sürpriz takımlarından olmalarını bekliyorum.

Fildişi Toure'siz ve Gervinho'suz olmasına karşın her zaman tehlikeli, ancak eski gücünde değil. Kongo ile birlikte tura daha yakın görüyorum yine de ''Filleri''. Fas ise Belhanda'nın yokluğunda bir şekil Ziyech'e sarılmadığı sürece sıkıntıda. Ayrıca iyi bir santrforlarının olmaması da oyuna şekil verme açısından epey bir ket vuracakmış gibi görünüyor.



D Grubu ile bitirelim. Gana, eski toprakların çoğunun bu kadroda olmasına rağmen eski gücünden epey uzakta. Sebeb-i hikmetini anlayamadığım Avram Grant teknik direktörleri. Grant onlarca yıldır futbol piyasasından ekmek yiyorsa siz de yiyebilirsiniz, inanın kendinize. Halbuki güzel de kadroları var. Baba Rahman, Atsu, Badu ve Amartey gibi Avrupa'nın büyük liglerinde oynayan oyuncuları mevcut. Sivasspor da John Boye ile temsil ediliyor. Orta alan rotasyonları geniş, hücumda ise Ayew kardeşler ve Asamoah Gyan için büyük turnuva kazanmak adına son şanslar geliyor. 82'den beri kazanamıyorlar ne de olsa.

Mali
teknik direktörü Alain Giresse ise ''keşke şu an elimde Kanoute ve Keita olsaydı'' diyordur mutlaka. Samba Sow ve Mustapha Yatabare'nin kadroda bulunduğu Mali'nin en önemli kozu ise Monaco'nun büyük yeteneği Adama Traore. Alttan çok önemli bir jenerasyonu yetişiyor Mali'nin, yakın zamanda da mesajı vereceklerdir lakin bu turnuva için henüz bir takım eksikleri var gibi. Bakary Sako ve Moussa Marega ise gol yükünü çekmesi beklenen isimler.

Uganda kadrosunda Avrupa arenasında bilinen tek isim belki de Farouk Miya. Standard Liege'in genç oyuncusu şimdiden kadroyu çekip çeviren adam konumunda. Ancak adının ''Uganda'' oluşu aldatmasın, taş gibi takım. Can sıkabilirler turnuvada. İç sahada olsa turları garanti derdim hatta zira orada başka bir oyunları var, büyü olabilir gerçi. Bır dönem uyuşturucudan ötürü yakalanan eski Altay, Erciyes ve Karabükspor oyuncusu Hassan Wasswa da kadroda.

Son olarak ise benim turnuvadaki favorime geldi sıra. Ben biraz marjinal birisiyim bazen, çok alakasız takımlara sempati beslerim ve yüceltirim. Mısır da turnuva itibariyle öyle bir takım ancak bana göre ayrıca Afrika'nın en iyi saha içi kurgusuna sahip takımı. Elemelerde başarılılar, turnuvaya da iddialı geliyorlar. Hector Cuper eseridir bu, umarım yıllardır süre gelen ''kaybeden hoca'' olma geleneğini bu turnuvaya da yansıtmaz. Ahmed Hassan Koka ve Mohamed Salah gibi iki çok özel hücum silahları var. Ramadan Sobhi, Mahmoud Kahraba ve Mahmoud Hassan ''Trezeguet'' de onlara eşlik eden genç isimler. Ahmed Elmohamedy ve Mohamed Elneny tandemi belki de turnuvanın deneyim anlamında en üstün orta alan ikilisi. Savunmayı ise 33 yaşındaki Ahmed Fathy sırtlayacak. Sağ bek Omar Gaber de Basel'in Mısır'dan getirdiği yeni isimlerden. Kaleyi 44 (!) yaşındaki Essam el Hadari koruyor. Tecrübe ve yeteneği iyi harmanladılar ve savunmada Rami Rabia'nın yokluğuna rağmen Mısır yabana atılmayacak şekilde geliyor bu turnuvaya. Bu gruptan da çıkmalarını bekliyorum, diğer vize için ise üç takımın da değişkenlik gösteren tutarda şansı var. Her yöne akabilecek, tahmini en zor grup bu grup net olarak.

Bu tip turnuvalar genelde maç kazanmayı bilmenin ve az ile yetinmenin (skor anlamında) belirleyici olduğu ortamlardır. 0-0 ile lig kazanamazsınız, ama turnuva kazanabilirsiniz. Bundan ötürü Mısır ve Senegal'i en sabırlı ve en ''geniş'' kadrolar olarak görerek bir tık öne çıkardığım bir turnuva bu. Ama takım çeşitliliği açısından belki de en vaatkar Afrika Kupası. Tek eksik Nijerya, onları da muhtemelen 2018'de göreceğiz.

Turnuva Tivibuspor'dan yayınlanacak, sanırım Eurosport da yıllardır olduğu gibi bu turnuvada da yayıncı kuruluşlardan birisi. Yazı başındaki tavsiyemi yineliyorum, izlemenizi tavsiye ediyorum ancak gözlerinizi seviyorsanız maç seçme koşuluyla.





zondag 7 februari 2016

fenerbahçe | hücumsuzluk

insanların genelde en büyük zaafı alternatif plan oluşturmamaktır. dışarıya %50 şarj ile çıktığınızda cebinizde yahut çantanızda şarj kablosu veya alternatif şarj cihazı olmadıkça telefonunuzun mevcut şarjına duacı kalırsınız. statlarda ise bu durum yedek jeneratör yokluğunda mevcut enerji akımına bağımlı olmayı beraberinde getirir. bir ders planı yaparsınız, arkadaşınız kedi kovalarken ayağını kırar hastaneye götürürsünüz. kendinize boş zaman ayırmadığınız sürece de plan sekteye uğrar. bunlar hep insanın kendi içinde ihtiyacı olan esneklikler ve bir futbol takımı da bundan çok farksız değil aslında.

benim yaşım 21, neredeyse 22 bitiyor hatta. büyüklerimin anlattığı kadarıyla özellikle geçmişte ''n'olacak bu fenerin hali'' diye çok fazla mesaj gelirmiş, söz sarf edilirmiş. şu an itibari ile ortada böyle bir durum yok. ama yirmi küsür maçtan sonra ilk kez çok ciddi bir ihtarla karşı karşıya kaldı fenerbahçe. bu ihtar ile birlikte de bir şeyleri toparlama vakti geldi.

esneklik vurgusu yapma sebebim fenerbahçe'nin aslında sezon itibariyle tek tonlu bir takıma dönüşmüş olması. savunma planını ana plan haline getiren ve işin skor kısmında bireylerin kalitesine güvenen bir takım. cümlenin ilk kısmı abes değil, gol yememeyi silah haline getiren çok takım var avrupa sahnesinde. fenerbahçe'yi bu takımlardan ayıran şey ise somut bir hücum planı olmaması, olsa bile onu uygulayacak oyuncu grubunu birarada bulundurmaması. tabii sahada.



savunma stratejisi

fenerbahçe'nin savunma stratejisine şimdi biraz değinelim. takımın temel bir amacı var. alan kapatmak. aslında alan kapatmanın pratiğe yansıması sahanın her belirlenen bölgesinde rakipten fazla adam bulundurmak, ya da daha nitelikli hareket etmek. oyuncuların saha içinde gerek alanları kapatma, gerek ise rakibe müdahale etmede üst düzey bilgiye sahip olmasına dayanır bu sistem. en azından orta saha oyuncuları ve savunma hattı arasındaki mesafenin de maksimum oturma odası-banyo arası olmasını ister.

rakibi dar alanda hücum etmeye forse ederseniz bunun neticesinde rakibiniz daha kısa zamanda top kullanmak zorunda kalır, ve hatalar meydana gelir. sık sık rakipler sırtı dönük top almak zorunda kalır, ve ''kör bölge'' (oyuncunun göremediği) olarak adlandırılan bölgelerden pres yardımı gelerek top kapılır. genelde bu fenerbahçe'nin kendi yarı alanında olur. keza topa sahip olan rakibi taç çizgilerine yönlendirip rakibi ters/uzun toplara zorlaması, ve kısa paslara az izin vermesi de bir başka özellik. bunu mümkün mertebe her takımında uygulamaya çalışır pereira. oyunu pres odaklıdır ve savunma odaklıdır. savunması her zaman geride yapılmaz, daha ön bölgelerde de yapılabilir ve yapılıyor.

fenerbahçe'nin sık sık önde basıp sonrasında daha geriye ''yaslanarak'' yerleşmeye çalışması tesadüf değil. rakibin oyun benimseyişine göre şekil alan bir takım var sahada. temel amaç topu rakibin hazırlıksız olduğu şekilde kapıp bunun neticesinde çabuk hamlelerle sonuca gitmek. bunda bir sıkıntı var, onu da sonra vurgulayacağım.

takke düştü kel göründü

fenerbahçe'nin antalya deplasmanındaki yenilgisi aslında çoğu kesim tarafından ''takke düştü kel göründü'' olarak nitelendi. kısmen anlaşılabilir bir durum, kjaer yoktu ve onun savunmanın en önemli taşı olduğu sarih bir gerçekti. fakat böyle olması aslında savunma planının da bir parçası. oyuncuların birbirine yakın olup organizasyonu koruması neticesinde rakibin hücumdaki alternatifleri azalıyor, vakti daralıyor ve savunmadaki bireyler için hamle yapmak da kolaylaşıyor.

simon kjaer'in fenerbahçe için en önemli olduğu konu hamleleri değil, önde savunma yapmak istemesi. onun varlığı ile en az 10 metre daha ileride savunma yapan fenerbahçe, bu sayede amaçlanan dar alan savunmasını oturtup rakibi zor paslara ve çabuk hücum etmeye zorluyor. özellikle ülke genelinde bu savunmaya antitez üretecek yetenekte takım sayısı az olduğundan fenerbahçe sezonun önemli kısmını düşük sayıda gol yiyerek geçirdi.

antalya karşılaşması fenerbahçe'nin doğruları ve yanlışlarının bir derlemesi oldu. karşılaşmanın ilk 20 dakikasında çok yoğun pres yapan, çabuk top kapıp açık alanda skor üretmeye çalışan bir takım vardı. fenerbahçe ilk 20-25 dakikada açık alan fırsatları yakaladı, saha uzunluğunu kullanarak. fernandao'nun hibe ettiği kontratak fırsatları hala hafızalarda. rakibe göre bir anlayış benimseyen fenerbahçe baskıyı orta alana yoğunlaştırarak hücum için daha uzun bir saha dilimi yarattı (orta alan çizgisinden rakip kaleye kadar). ancak onu kullanacak oyuncusu yok. ne fernandao, ne de kulübede beklemesi infial yaratan van persie o açık alanda üretebilecek oyuncular. orta alanda yetenekli oyuncuların olmayınca da sete yerleşmen zorlaşıyor, ve hücumda bir şey üretmek tamamen iki hızlı kenar oyuncusunun bireysel gayretine kalıyor.

sonrasında oldu ne oldu ise. hücum oyuncuları arzulanan presi yapmamaya başladı, antalyaspor orta saha oyuncuları topla daha rahat oynadı. bu topla oynama oranlarına da yansıdı. fenerbahçe orta alan oyuncuları yaptıkları hamlelerde hem geç kaldı, hem de arkadan destek görmedi. savunma hattı da ileri çıkmayınca (stoperlerin işgüzarlığı), mesafeler birden uzadı ve antalyaspor oyunu domine etti. savunma hattı koordinasyonda eksik kaldı, ileri çıkmayı unuttu, ofsayt taktiği uygulayamadı, her şeyde geç kaldı ve sonucu ağır oldu. DÖRT yenen gol. sezon geneli için tesadüf sayılabilecek bir durum. hata tespiti yapılmaz ise dört yenmese dahi acı goller yenebilir, bu yüzden mersin maçı sonrası edinilen alışkanlığa tamamı ile geri dönmek şart olacak. fenerbahçe'nin defoları bununla sınırlı değil.



hücumsuzluk

fenerbahçe savunmayı kusursuz yapmadığı her maç bunu bir yerden telafi etmek zorunda. hatta seyircisini tatmin etmek için, daha da iddialı olabilmek için o ''telafi'' kısmı için de ana planlar oluşturmak zorunda. meali, daha iyi hücum etmek zorunda.

hücumdaki sıkıntıların en baş noktası savunmadan top çıkarma kısmı. stoperlerden top almaya gelen kimse olmadığından, gelen oyuncunun da becerisi düşük olduğundan (topal veya souza) top sürekli dönme dolap gibi sağdan sola dönüyor. neticesinde çok uzun zaman harcandığı gibi her rakip fenerbahçe'ye karşı savunmaya yerleşebiliyor. orta alandaki pasör futbolcu eksiği burada başlıyor. stoperlerden çıkan toplarda ileride pas kanalı yaratılmıyor ve fenerbahçe burada zaten zaman kaybediyor. uyku ilacına ihtiyacınız yok bunu izleseniz yeter yani.

kanat oyuncularının içeri girmek yerine dip (çizgiye yapışık) kanat olarak oynayıp bu şekilde hem ceza sahasında çoğalmayı engellediği, hem de bekleri frenlediği bir takım oldu fenerbahçe. bu oyuncuların çizgiye açılmasından ötürü de merkezde önemli bir boşluk meydana geliyor.

ne var ki merkezde iki ön libero olduğundan zaten burada bir yetenek eksiği göze batıyor. tamamlayan oyuncu ise diego/alper yerine ozan tufan olunca sıkıntı daha da büyüyor. merkezde ne stoperden top alan, ne rakip yarı alanda top dağıtan, ne de top taşıyabilen biri var. üreten oyuncu zaten yok diego yoksa. ekseri ile kısır bir takım oldu fenerbahçe ve savunmadaki beceri kadar hücumdaki beceriksizlik direkt olarak teknik adama yazar.

sonuç

pres yapan, agresif oynayan, hücum düşünen bir takım olacağız diyordu vitor pereira geldiğinde. ilk iki vaadini sıklıkla görebiliyoruz takımında antalya maçı dışında. ancak devre sonrası oynanan 2-3 maçtaki sos işaretleri işitilmezse bu kimliğini de yitirecek fenerbahçe. bunun dışında ise en büyük sıkıntı orta alan kurgusu ve dolayısı ile hücum etkinliği. stoperlerin top atabileceği bir oyuncu yok, bulduklarında bile o oyuncu vücudunu dönüp topu kullanana dek mevsimler geçiyor. zaten o kişi hiçbir şekilde hücuma çıkaracak bir pas kullanamıyor. (dikine, rakip orta alan ve savunma arasındaki bölgeye)

fenerbahçe'nin top çıkaracak oyuncu bulmak için elinde çeşitli çaresi var. yeni iyileşen meireles kullanılabilir, ozan o rolle bezenebilir, ya da farklı bir düzen geliştirilebilir. top taşıyacak oyuncu ve yetenekli, pozisyon üreten ayak için ise elinde fazla çaresi yok. taşıyan oyuncusu alper, üreten oyuncusu diego. bu iki oyuncu dışında fenerbahçe orta alan rotasyonunda ortalama üstü yeteneğe sahip, bir şeyler üretebilen bir oyuncu yok. bu yüzden devre arasında bu niteliklere sahip bir oyuncu almamak çok büyük bir gaflettir. hele hele diego ribas avrupa'da cezalı iken.

fenerbahçe defosu da belirgin olan bir takım olmaya başladı. oyunun genel hatlarıyla kötü olmadığını düşünsem de bu daha çok savunmasından, ve kısmen de rakip vasatlığından kaynaklı. hücumda üretemediği sürece de fenerbahçe hiçbir maçı rahat koparamadığı gibi her karşılaşmasında rakibine belli ölçütte umut verecek. bunun yanı sıra rakip savunmaların daha rahat önlem aldığı bir takım olacak. vaziyet bu iken santrfor tercihinin kimden yana olduğunun büyük bir önemi yok. santrfor top bitirir, hücum setlerinde de pas istasyonu olur. şu an ortada ne bitirilebilecek bir top var, ne de pas istasyonu olunacak bir set hücumu.

takım da, teknik adam da hücum etme gayretinde. ancak burada ciddi bir teknik adam zaafı var. orta alan kurgusunda belirgin bir değişim olmadıkça da bu zaaf devam edecek. diego ribas'ın özellik olarak alternatifi yok. daha farklı şekilde üretebilecek bir alper potuk var. bu iki oyuncu rotasyonda birbirinin alternatifi olmadığı sürece üçüncü bir alternatif daima üretkenlik sorunu getirecek. mesela ozan tufan'ın souza ve topal'ın önünde oynadığı kurgular.

ESNEK OLAMAMAK

fenerbahçe'nin ideal kurgusu aslında skor savunma yahut ilk etapta gol yememenin makul kılındığı maçlarda kullanılacak bir kurgu. hücumda bir şekil skor bulunduğu için bugüne kadar uygun bir oyun olarak görüldü, ki kazanan oyun uygundur. ne var ki hücumda gelişim beklenirken her geçen gün elindeki hücum potansiyeli de eriyen bir takım var ortada. ve takım hiçbir şekilde skor arzulayan bir kurguya dönmemekte. kadrosunu olabildiğince bozmayan ve orta alandaki oyuncu tercihlerini daima aynı biçimde kurgulayan vitor pereira'nın hücumu daha farklı bir seviyeye itmek için önce buna kanalize olması gerekecek. çünkü idealindeki mevcut hücum kurgusunun hücumda iyi organize olması, biraz düşük ihtimal. belki de fenerbahçe'nin bu sezon oynadığı en iyi maç olan molde maçındaki kurgusuna bir göz atması gerekebilir.

o karşılaşmadaki kurgusu souza-ozan-diego şeklindeydi. bir üreten, bir çift yönlü çalışan, bir de orta sahayı toparlayan defansif oyuncu. görev tanımlarının en doğru ve en net dağıldığı maç. haddim olmayarak, ''fenerbahçe bu yıl hücum akışkanlığını kazanmak istiyorsa bu orta saha rotasyonuna sahip olmalı'' diyerek sözlerimi noktalıyorum.

defansif orta saha oyuncusu : souza veya topal
iki yönlü etkinlik : meireles veya ozan tufan
üreten futbolcu : diego veya alper potuk


kişisel not : alper potuk'suz fenerbahçe'ye hayır.

zondag 22 november 2015

rapor | donny van de beek



birkaç yıldır düzenli olarak ayda en az 4-5 günümü ajax altyapı tesislerinde geçiririm. kimi zaman bazı oyuncuları izlemek, kimi zaman tanıdıkları görüp biraz sohbet etmek, kimi zaman ise tamamen keyfi biçimde maç izleme amacı ile. haliyle göze izlenen oyuncular dışında farklı oyuncular da takılır ve onları izlemeye devam edersin. bunlardan biri de ajax'ın geleceğini üzerine kurduğu oyunculardan olan donny van de beek.

u17 sürecinden itibaren sürekli olarak defansif orta saha, forvet arkası ve çift yönlü orta saha pozisyonlarında değişe değişe oynamış ve üç pozisyonda da faydalı olabilecek işlevlere sahip bir oyuncu. ajax'ın altın jenerasyonu olarak adledilen 96-97 grubunun 1997 doğumlu olan mihenk taşlarından bir tanesi. vaclav cerny ve abdelhak nouri ile birlikte üç silahşörleri oluşturuyorlar. ajax'a bu yıl dahil olan 1997'li kasper dolberg rasmussen ile birlikte o jenerasyondan a takım görmesi bana göre kesin olan kare ası oluşturuyor ayrıca. donny van de beek daha önce bir kez ajax a takımı maç kadrosunda yer alsa da henüz resmi bir maçta süre almadı. saydığım 4 oyuncudan sadece vaclav cerny'in a takım ile resmi maçlarda süre almışlığı var, vurgulamış olayım. 4 parametre ile kısaca van de beek'i anlatacağım. genel bir görünüm ve fikrim ile de noktalayıp akıllarda canlandırmış olmayı hedefliyorum. kenara yazın çünkü bağırarak geliyor.

fiziksel yetileri

boy olarak standartın üstünde ve 1.85 civarı ile iyi bir çatıya sahip. bacak kuvveti de gelişmiş ve şimdiden topa sürat verebilmesi ile birlikte ikili mücadelelerde de kendi yaş grubunda fark yaratıyor. elbette a takım düzeyinde devamlı oynayabilmek için orada kas gücü arttırması gerekecek fakat zaten kendi yapısına göre maksimum olan (a takım seviyesinde standart seviyede olan) bir patlayıcılığı var. o patlayıcılıktan ödün vermeden güç arttırımına gitmeli. üst vücudu ise ince. omuzlar geniş lakin güç kazanabilir hala. kilo olarak da boyuna göre hafif olmasından ötürü kuvvetlenmesi biraz sancılı bir süreç olabilir lakin önem verilmesi gerekiyor. 

fiziksel yeti sadece kuvvet ile sınırlı değil tabii. devamlılığı şimdiden üst düzey ve hollanda ligi seviyesinde rahatlıkla kendi temposuyla 90 dakika çıkarabilir. üst düzeyde maç oynadıkça bu alanda kendine de vites attıracaktır. kısa mesafede ortalama bir sürati var, çabuk hareket ediyor ve uzun mesafede daha rahat hızlanıyor, ama bir sürat canavarı değil. daha çok dar alandaki meziyetinden faydalanıyor.

teknik kapasite

buna yetenek diyoruz kısaca. bilekleri çok yumuşak ve atlet olmadığından bunu dripling esnasında kullanmasa da dar alanda kendisini kolay kurtarıyor. final pasları ve hücum akışkanlığını arttıran kilit paslarda şimdiden etkileyici düzeyde. kendisini pozisyonundaki futbolculardan ayıran en önemli nitelik ise son vuruşları. inanılmaz bir son vuruş soğukkanlılığı var ve özellikle ayak içi ile kusursuza yakın bir bitirici. ceza sahasına yakın oldukça (birazdan değineceğim) bu nitelik daha da değerli hale geliyor. iyi bir pasör olduğundan oyunun yönünü değiştirmekte de çok zorlanmıyor ancak genelde daha iyi bir pasöre tamamlayıcı olarak kullanıldı bugüne dek.

defansif tekniklere gelelim. yatarak müdahalelerde standart seviyede olduğunu vurgulayayım. ayakta kalarak topa yaptığı hamlelerde ise kendi yaş grubuna göre kusursuz. a takımda ise orta alanların daha çabuk ve tempolu geçildiği zamanlarda test edilecek. geçiş oyunları şu anda dahi zorlandığı bir konu çünkü savunmada, önde oynadığı kısımlarda en azından. o alanda çabuk davranmak gelişim kaydetmesi gereken noktalardan bir tanesi. ayak uydurabileceğini düşünüyorum. kenar ortalarına kafa vurmayı kendi yarı alanında havuza düşen toplara yükselmekten daha çok seviyor. cepheden gelen toplara çevre kontrolü yaparak tam verimli vurmaya da odaklanması gerekecek. 



taktiksel bilgi

kulüp içerisinde istisnasız her bireyin ona dair övdüğü en temel konu oyun aklı. oyunu kariyerinin sonlarına gelmiş bir futbolcu kadar iyi biliyor ve basit hatalar yaptığını hiç gözlemlemedim. en az elli maçını canlı izlediğimi düşünecek olursak bu iyi bir done onun adına. ya da benim dikkatimi çekmeyen sıkıntılar var, o da mümkün tabii.

açık alanları çok çabuk fark edip topsuz koşu yapan ya da arkadaşlarını buna yönlendiren bir oyuncu. kenarlarda bir duran top olduğunda bunun çabuk kullanılmasını isteyip hemen baraj ardına (korner bayrağı hizasına doğru) koşu yapıp top istemesi delillerden bir tanesi. rakip ceza sahasında da sürekli pas almaya müsait biçimde (kısaca bomboş) olması önem teşkil ediyor çünkü pozisyonuna göre oldukça skorer bir oyuncu. basketbolda sıkıştırılan oyunculara yardıma gelen ve pas alıp oyunun yönünü terse çevirerek boş oyuncuyu bulan akıllar vardır. van de beek de öyle biri. kenarda bir bek ya da kenar forveti toplu halde sıkıştırılmış olsa rahatlatma adına pas almaya gelir, alır ve oyunun yönünü çabuk değiştirir.

üç farklı pozisyonda oynayacak, üçüne de ayak uydurabilecek, pas arası okuyabilecek ve her daim doğru pozisyon alabilecek bir oyuncu. akıl olarak o yaş grubunda ondan iyi bir futbolcu olmadığını (çok beğendiğim youri tielemans dahil) düşünüyorum.

zihinsel kuvvet

dört parametreye farklı farklı şekiller vermemi mazur görün lütfen. bazen mental akıl, bazen zihinsel beceri, şimdi de zihinsel kuvvet diyorum. sonuçta hep aynı noktaya çıkmaya çalışıyorum. oyuncu sahanın içinde ne kadar var, işi ne kadar ciddiye alıyor ve benzeri konular. van de beek'in bu konuda tek sıkıntısı maçın içinde bazen fazlaca yer alması. rakiple hiç atışmaz ancak kendi takım arkadaşlarına bazen (konu içinde genelde haklı olsa bile) fazla aşırı biçimde çıkışır, sinirlenir. hakem ile de üzerine fazla vazife edinerek konuşur bazen. frenlenir diye umut ediyorum ileride.

sahanın içinde hep yer almasının olumlu tarafı konsantrasyonunu hiç yitirmemesi. maçlara iyi hazırlanması ve bunun yanında sporculuğun gerekleri içerisinde yaşaması. bir nokta da eksik saptamak. geçiş oyunlarını savunmakta sıkıntı yaşadığı kendisinin de beyan ettiği bir şey. ''hocalarım ile bireysel olarak bunun üzerinde çalışıyoruz'' şeklinde bir demeci var. ajax gibi her futbolcuya birey birey eğitim verilen bir yer ise bunu en iyi geliştirebileceği yerlerden.

sonuç

genel değerlendirme, sonuç, ne dersek diyelim. 4-3-3 ve benzeri formasyonlarda orta alanın her yerinde görev alır. 4-4-2'de ise orta dörtlünün merkezinde iyi randıman verir, kenarlarda ise zorunlu kalındıkça oynar. altyapıda 4-4-2 eğitimi almamış olması ise bir handikap teşkil edebilir. dennis bergkamp'a benzetilir ancak ben oyunu daha geride oynadığı için onu daha çok ajax'ın mevcut kaptanı olan davy klaassen'e benzetiyorum. benzer bir fiziksel yapısı ve benzer bir ''skor açlığı'' var ikisinde de. tek fark van de beek'in top becerisi ve teknik kapasite olarak a takımdaki selefinden daha iyi olması.

2014-2015 sezonunda ajax altyapısının en değerli oyuncusu seçildi. ajax ile 2020 yılına dek sözleşmesi var. çok yakın zamanda a takım maç kadrosunun parçalarından olacağına inanıyorum. ajax b takımı ile hollanda 2.lig, u19'da ise uefa gençler şampiyonlar ligi deneyimi var. ayrıca 2014 yılında u17 avrupa şampiyonası ikincisi olan hollanda takımının da bir mensubu. hollanda ve ajax'ı 1996-1997 grupları üste taşındığında güzel bir gelecek bekliyor, üstüne basa basa söylüyorum. van de beek de bu devrimin önemli parçalarından biri olacaktır.

@oguzhann10