maandag 4 mei 2015

emmanuel emenike, hazin bir hikaye.

olası bir lince ''merhaba'' diyerek, selam.

küçük, çok mütevazı bir amatör futbol kulübünde 9 yaşındayken futbola başlamıştım ben. 12 sene falan oluyor yani. santrforluğum 2 ay sürmüştü, futbol oynadığım sürenin kalanında ise hep stoper yahut merkez orta saha falan oynadım. her neyse, o iki ay içinde bile santrforluğa dair çok şey öğretmişlerdi. top geldiğinde ilk amacın kontrolüne almak, pozisyon müsait değilse de asla vurmamak. onun yerine tutup beklemek. zaten genelde topları sırtı dönük biçimde aldığın için tüm bunlar futbol temelidir aslında. kimi bunu diğerinden daha iyi yapar, ama en azından evrende daha sonra rastladığım çok oyuncu bunu en azından yapmaya çalışıyor.

yine bu tip yerlerde (profesyonel futbol organizasyonlarında ise daha çok), ilerleyen yıllarda özellikle bir santrforun nereye doğru koşu yapması gerektiği, takımın hücumu içinde gerisinden gelen oyunculara da alan yaratmasının önceliklerden biri olduğu anlatılır. oyuncu artık sadece ceza sahası içinde ve çevresinde dolaşmaz, sahanın daha geniş bölümlerini kullanır. genelde fiziksel olarak gerek bel kuvveti gerek bacak kuvveti üstün olan, boy-ebat olarak da belli bir standardın üstünde olan oyuncular tercih edilir. oyuncu topu alır, orta sahasının özellikle ona yakın olmasını bekler, sonra pasını yapar ileride pozisyonunu alır. ya da dışarıda bekler, yanına stoperlerden birini çeker, o stoperin olması gerektiği yerde alan boşalır ve oraya takımdan biri girer skor arar. çok basit hücum mantıkları, komplike şeyler aramaya gerek yok. bursaspor bunu çok iyi yapar mesela bu sezon bu ligden örnek vermem gerekirse. işi layıkıyla yapacak bir santrforları var sonuçta.

peki bu hikaye niye hazin? hazin olan noktasına geleceğim şimdi. bir basit mantık. topu ileri yolladığında santrforun alır ve saklarsa takımın geri kalanı yaklaşır ve daha dar alanda oynarsın. sonunda kaybetsen bile anında hamle yapma ihtimalin artar. neticede 30 metrelik bir mesafede yardımlaşmak ile 60 metrelik mesafe arasında yardımlaşmak arasında ciddi bir fark var. sokakta yürüdüğünüzde bile bir kapkaççının birinden bir şey çaldığını gördüğünüz an aranızda 2 metre mesafe varsa müdahale etme ihtimaliniz 10 metre olmasına göre daha fazla. ha ama santrforun alamazsa, ya da alıp saçma saçma şeyler yaparsa daha savunman ve orta sahan gelmediği için oyunu oynadığın alan uzar. bu da rakibinin ekmeğine yağ sürer.

bir basit mantık daha. rakibin sana bastığında ve pas yapamayacak kadar zorladığında mecbur uzun oynamalısın ve o topu alan bir santrforun yoksa rakibin çok kolay yerleşir, attığın her uzun topu da alır. tehdit oluşmadığını anlar. böyle olunca da tek kale maç oynanır.



şimdi nihayet hazin noktasına geliyorum. fenerbahçe düzen içerisinde üç net forvetle oynadığından genelde geriden çıkış arefesinde pasla çıkma ve o paslaşmaları sürdürme olasılığı bulamıyor. bulduğunda bile beklere oyunu erken yönlendirmek zorunda kalıyor ki bu da ekseriyetle uyuşuk, zaman kaybına gebe bir mantık. ama başka çare yok. hücumdaki hareketliliği de kısıtlı olunca mecburen zaman eksikliğinden topu uzun oynuyor. görece iyi oynadığı maçlarda ise bu uzun toplar öncesinde oyunu rakip yarı alana yıkma girişimi olduğu ve dolayısıyla o sekenlerin toplandığı gözlemlenir. o sekenleri toplamak rakibe sürekli baskı kurmak ve dolayısıyla da ''zorlamak'' oluyor. başka opsiyonu olmaması da ayrı bir futbol rezaleti ama neyse.

şimdi kaşla göz arasında epey bir özellik saydım. ve gelelim fenerbahçe santrfor pozisyonunda üzerinde titrenmesi sebebiyle neredeyse şampiyonluğun gideceği oyuncuya. emmanuel emenike'ye. bir kere emenike başlı başına bir krizdir. temelde öne çıktığı özellikleri sürat ve güç. bu oyunu kendi yarı alanında kabullenip bu şekilde daha geniş hücum alanı yakalamaya çalışan takımların santrforuna uyan bir profil. fenerbahçe öyle bir takım değil, bu ligde şampiyon olmak isteyen takımların genel mantığı da bu doğrultuda değil zaten. oynatan değil oynayan oyuncudur emenike, o da ne kadar oynayabiliyorsa tabii. ilginçtir ki fenerbahçe'nin bu sezon kale önüne bayrampaşa otogarını diktiği sürelerde emenike hep kenarda oturuyor. o da ayrı bir muamma.

emmanuel emenike yaptığı hücum koşularını daima kendi menfaatine göre belirler, nerede top alabilir ve süratlenebilirse oraya gider. merkez boş kalmış, biri oraya hareketlenmiş ya da hareketlenmemiş, onu ilgilendirmez. emmanuel emenike servis yapmanın ne olduğunu 10 maçta bir hatırlar, bir mucize olmazsa da o hakkını balıkesir maçında (sanırım) webo'ya yaptığı servisle doldurdu. onu da ceza sahası içinde imkansız bir pozisyonda yaptı zaten. cepheden gelen toplardaki hava etkisizliği sayesinde ona doğru atılan tüm uzun toplar sekmedikçe rakipte kalır. yerden aldığı toplarda da çevresi umurunda olmaz, direkt kaleye gitmeye çalışır. 2-3 stoperin içinden geçmeyi hedefliyor herhalde.

kuvvet dedik, ligin ikili mücadelelerle en fazla top kaybeden 20 oyuncusundan biri. takım birincisi ayrıca. (rakam kaynağım whoscored'dur). bir oyuncu kuvvetliyse 3-4 telkinle topu tutmayı en azından bazen akıl eder, kuvvetli de değil. kolaylıkla topu kaybetme potansiyeline sahip ve fiziki olarak gözle görülür bir kuvvet gerilemesi var. forvet koşularına imkan tanıyacak boşa hareketlenmeleri yapmıyor, havadan etkinliği oldukça kısıtlı, hatta yok. sırtı dönük oyunu zaten hiç yok, olduğu gibi kaleye dönmeye çalışır. bilek becerisi, en son ne zaman gördüm ben hatırlamıyorum. ara ara bir isabetli orta gelir ancak santrfor alınan oyuncu orta yapmak için alınmıyor takdir edersiniz ki. ince iş, net bir servis, net bir adam eksiltme, dar alanda top kontrolü ve çabuk oyun, 1 yıldan fazla süredir emenike'den görülmeyen şeyler bunlar.

bunların hepsi gerektiği yerde skor yapsaydı bir yere kadar tolere edilirdi. he ben yine mırıldardım ama ben hep zırlarım zaten, ne zaman memnun olmuşum ki :). o da yok. kritik yerlerde ''maç alacak'' gol fırsatlarını cömertçe harcamak bir kenara, denge sarsan forma olayı hala akıllardan silinmiş değil. fenerbahçe ezelden beri rakibine hükmedip maç kazanmaya çalışan, oyunu rakip yarı alanda oynamayı seven bir takım. öyle de olması gerekiyor zaten. bu bilek becerisi ve futbol temel bilgisi kısıtlı olan, en büyük ve en önemli niteliği (bana göre tek niteliği) hız olan bir oyuncu için zaten zor bir ortam. bunu daha alınmadığında ifade etmeye çalışırken bir karşı argüman vardı.

''deplasmanlarda çok ekmeğini yeriz, yoksa atağa kalkamayız''

hayırdır fenerbahçe ne zamandan beri deplasmanlarda kendi yarı alanında bekleyip kontra atak futbolu oynamaya gayret ediyor? rakibin daha fazla risk alır yeri gelir, eyvallah, biraz daha boş alan yakalanır ama öyle tek kişinin basıp gideceği ve gol atacağı kadar basitleşmedi bu oyun. kaldı ki hızlı hücumlar hızlı düşünen futbolcularla oynanır, sadece hızlı hareket edenlerle değil. bu da bir not olsun. herhangi bir anadolu deplasmanında tek bir oyuncunun performansı ile deplasmanlarda şaha kalkacağını hedefleyen adam dar görüşlüdür bence. kaldı ki fenerbahçe'nin hedeflemesi gereken şey de o değil, her deplasmanda rakibe ''futbol oynayarak'' hakimiyet kurmaktır.



''oynamazsa oyuncu küser''

küssün abi, hesabına her ay parası düzenli biçimde yatarken küsmüyor ama? futbol sert bir dünya, bazen fazla sert bir dünya. duygusallık kaldırmayacak kadar sert. oynamayı hak etmesi gerektiğini öğretmezsen, yani topun ağzında olduğunu hissettirmezsen o oyuncu arzulanan performans artışını gerçekleştirmek için kendini tetiklemez, tetikleyici unsur yok zira. böyle zorlaya zorlaya hem emenike'nin zaten düzen için eksik olan performansı daha da eksildi, hem nahoş olaylar yaşandı, hem de oyuncunun milli takımına da alınmaması sebebiyle piyasada gözden düşmesini görmek söz konusu. keşke küsseymiş be, şu anki durumundan o bile hoşnut değildir. ''oyuncumuzu kasıtlı yıpratıyorlar'' gibi safsatalara karnım tok, 410 dakikada bir gol atan (yani 4.5 maçta bir) oyuncu da izin verin eleştirilsin biraz, el bebek gül bebek değil nihayetinde, profesyonel bir çalışan.

ben emenike'yi çok eleştirdim yeri geldiğinde, beğenmediğimi de aşağı yukarı 3 yıldır falan söylüyorum. ha bi' ara 3 temmuz duygusallığı ve fiziksel kalitesine inançtan ötürü 2011 sonlarında ''dünyanın en iyi forvetlerinden biri olacak'' gibi talihsiz bir beyanım oldu, ancak psikolojik bir tahlil ve genel bir düşünce sonrası aslında ne kadar saçma olduğunu farkettim. emenike sorunsalı küçük bir sorundu. zamanında müdahale ile giderilebilecek, hatta daha iyiye taşınabilecek bir sorun. bunu kendine büyüte büyüte, bu belirtmiş olduğum sıkıntılarla yaşaya yaşaya, ''yok ben iyiyim'' diye diye fenerbahçe bu noktaya geldi.

ama bu tablonun ana sorumlusu emmanuel emenike değil. ana sıkıntı forse etmek. zorlamak. belki de şampiyonluğa mal olacak. doğru düzene oturamaması, puan olarak son 5 haftaya önde girebilecekken ve büyük maçların tamamına yakınını kazanmışken hala geride olması da buna bağlanır belki. peki geçen yıl nasıl o kadar skor yaptı? bazı tesadüfler ve sürprizler beklemediğin zamanda tatlıdır.

ps : umarım emmanuel emenike (takım için) doğru olan düzen içerisinde beklemediğim bir verim verir, hem rakamlarda hem de rakamlara yansımayan kısımda. son 5 haftada birden tüm sezon istatistiğini inkar edecek şekilde bir oyun oynar, tabelada adını sıkça okuruz. sezon sonu da lig şampiyonluğu kupası ile görürüz. ben de bu yazıya bakıp bakıp ''belki de zıt enerji yaratarak ben sebep olmuşumdur'' der kahkaha atarım. da o iş zor be aaabi.






Geen opmerkingen:

Een reactie posten